KAMUOYUNA
Tarih: 26.11.2014 | Okunma Sayısı: 1783

KAMUOYUNA SAYGI İLE DUYRULUR

 

             Hayatımızın neredeyse her alanında karşımıza çıkan şiddet, birçok insanın hayatını özellikle psikolojik olarak etkileyen bir hal almaya başladı. Şiddetin, toplumun tüm sahalarına yayılmasının temel nedeni “aile içi şiddet”tir. Aile içi şiddettin önüne geçilememesi, şiddetin babadan oğula, mağduriyetin ise anneden kıza geçmesi, böylece şiddetin tüm nesillere ve toplumun her alanına yayılması anlamına gelir. Günümüzde özellikle kadına yönelik şiddettin gün geçtikçe çığ gibi büyüdüğü gerçeği görmezden gelinemez. Kadınların sokak ortasında darp edildiği hatta öldürüldüğü haberleri dahi artık normal olarak karşılanmaktadır. Bu utanç verici bir durumdur.  Kadına Yönelik Şiddetin kınanması ve şiddete karşı mücadelenin önemi bakımından her yıl 25 Kasım, Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü olarak anılmaktadır.   

                    Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü tarihi Dominik Cumhuriyetinde Trujillo diktatörlüğü’ne karşı mücadele eden üç kız kardeşin katledilmesine dayanıyor. Ülkedeki siyasal özgürlükler için diktatörlük karşıtı olarak örgütlenen Clandestina Hareketi’nin kurucuları olan Minerva, Maria ve Patria MİRABEL kardeşler Latin Amerika’daki diktatör Rafael Leonidas Trujillo’ya karşı yürüttükleri mücadele sonucu pek çok kez tutsak ediliyorlar. Trujillo diktatörü Mirabel Kardeşleri tehlikeli olarak gördüğünü açıkladıktan kısa bir süre sonra Minerva, Maria ve Patria bir uçurumun dibinde ölü olarak bulunuyor. Her ne kadar olay hükümet yanlısı medya aracılığıyla araba kazası adı altında lanse edilse de; Trujillo diktatörü kontrolünde, Mirabel kardeşlerin hapishaneye eşlerini ziyarete gittikleri sırada araçtan indirilerek tecavüz edildikten sonra katledilerek uçuruma atıldıkları kısa süre sonra öğreniliyor ve büyük bir öfkeye dönüşüyor. Dominik Cumhuriyeti’ndeki gergin hava örgütlenmeyi ve diktatöre karşı mücadeleyi alevlendiriyor ve akabinde bir yıl sonra Trujillo Diktatörlüğü düşürülüyor.

                    1981 yılında Kolombiya'nın Bogoto şehrinde, Latin Amerikalı ve Karaipli Kadınlar Kongresi toplanıyor ve Kongrede, 25 Kasım tarihi Mirabel kardeşlerin anısına "Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü" olarak ilan ediliyor. Akabinde 18 yıl sonra, 1999 yılında Birleşmiş Milletler 25 Kasım'ı "Kadına Yönelik Şiddetin Ortadan Kaldırılması İçin Uluslararası Mücadele Günü" olarak kabul ediyor.
                        İşte bu nedenledir ki Mirabel Kardeşler adıyla sembolleşen 25 Kasım, 21. Yüzyılda dahi ‘insan hakları’ndan paylarını eşit bir şekilde almaya çalışmanın mücadelesini yürütmek zorunda kalan kadınlar yönüyle önemli bir gündür.  En eski tarihlerden bu yana kadınlar etken olarak kabul görmemiş, edilgen bir yapıyla obje sıfatlandırmasıyla yer bulabilmiştir kendine. Gerek dinsel kabuller gerek feodalitenin topluma yerleştirdiği algı gerekse de biyolojik ve fiziki yapı itibariyle farklılıklar erkeğin kadın üzerinde hakimiyet kurabilmesinin olağan nedenleri olarak görülmüştür. Toplumsal yaşam itibariyle kadına biçilen rol, verilen kimlik kadının her zaman için geri adımda kalmasını topluma kanıksatmıştır, artık olağan görülen ve bu nedenle de üzerine çoğu kesimce düşünülme gereksinimi duyulmayan kadın statüsü daha sonra pozitif ayrımcılık ile iyileşmeye, onarılmaya çalışılacaktır. Ancak toplum hayatın olağanı ve gerçeği olarak kabul ettiği gerçeği esasında çok da değiştirme niyetinde değildir. 21. Yüzyılda tabii olarak pozitif ayrımcılık yer almalı ve bu yönde çalışmalar tabi ki olmalıdır. Ancak toplumca kanıksanan kadın statüsü, özünü çok da yerinden oynatmaya meyilli değildir. Zira toplumun çok önemli bir çoğunluğu esasında 21. Yüzyılda aydınca davranmış olabilme gereği adı altında, pozitif ayrımcılık vasfıyla kadın statüsünü iyileştirme onarmaya yönelik değil, sadece bu fikir doğrultusunda beyanda bulunabilme adına kadın statüsü kavramını gündeme almaktadır.

                Ne yazık ki yargılama aşamalarında dahi -özellikle boşanma davalarında- dinlenilen tanıklar yahut tarafların beyanlarında kusur izafesi yapılma adına ‘eşin kocasından izin almadan hastaneye gittiği’, ‘eşin kadın olarak görevlerini yerine getiremediği’, ‘eşin alışverişe izinsiz çıktığı’ şeklindeki ifadeler yargıya delil olarak intikal ettirilmeye çalışılmaktadır. Bu da kadının yer aldığı noktaya, erkek hâkimiyetinin ve esasında kendilerince öngörülmüş olan bu hâkimiyet sebebiyle erkek egemenini tahammülsüzlük durumlarına iten ve sonucunda şiddete yönelten psikolojinin kaynağına götürmektedir. Erkek egemen zihniyet, hâkimiyeti nedeniyle üzerinde söz sahibi olduğunu düşündüğü kadına öfkelenebilme yetisini kendinde bulmakta ve bunun sonucunda şiddet de kaçınılmaz olarak devamında kendini göstermektedir. Kadının tarih boyunca statü noktasında kendine yer edinmede zorluklar yaşaması, kadını bekar iken babanın, evli olduğu zaman da kocanın baskısı altında olmasına ve kadına yönelik şiddetin artmasına sebep olmuştur. Kadına yönelik şiddetin önlenmesine ilişkin birçok yasal düzenleme yapılmıştır.

                        20.03.2012 tarihinde Resmi Gazetede yayımlanan 6284 Sayılı “Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanunun” 2. Maddesinde:

                        Ev İçi Şiddet: Şiddet mağduru ve şiddet uygulayanla aynı haneyi paylaşmasa da aile veya hanede ya da aile mensubu sayılan diğer kişiler arasında meydana gelen her türlü fiziksel, cinsel, psikolojik ve ekonomik şiddeti,

                        Kadına Yönelik Şiddet: Kadınlara, yalnızca kadın oldukları için uygulanan veya kadınları etkileyen cinsiyete dayalı bir ayrımcılık ile kadının insan hakları ihlaline yol açan ve bu Kanunda şiddet olarak tanımlanan her türlü tutum ve davranışı,

                        Şiddet: Kişinin, fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik açıdan zarar görmesiyle veya acı çekmesiyle sonuçlanan veya sonuçlanması muhtemel hareketleri, buna yönelik tehdit ve baskıyı ya da özgürlüğün keyfî engellenmesini de içeren, toplumsal, kamusal veya özel alanda meydana gelen fiziksel, cinsel, psikolojik, sözlü veya ekonomik her türlü tutum ve davranışı,

                        Şiddet Mağduru:Bu Kanunda şiddet olarak tanımlanan tutum ve davranışlara doğrudan ya da dolaylı olarak maruz kalan veya kalma tehlikesi bulunan kişiyi ve şiddetten etkilenen veya etkilenme tehlikesi bulunan kişileri olarak tanımlanmıştır.

                        Ayrıca bu Kanun kapsamında, şiddet mağdurları ve şiddet uygulayanlar hakkında hâkim, kolluk görevlileri ve mülkî amirler tarafından, istem üzerine veya re’sen tedbir kararı verilmektedir. Yine aynı kanunun 8/3. Maddesinde “Koruyucu tedbir kararı verilebilmesi için, şiddetin uygulandığı hususunda delil veya belge aranmaz. Önleyici tedbir kararı, geciktirilmeksizin verilir. Bu kararın verilmesi, bu Kanunun amacını gerçekleştirmeyi tehlikeye sokabilecek şekilde geciktirilemez.” denmek suretiyle kadının (şiddet mağdurunun) beyanının yeterli kabul edileceği, başkaca bir delile gerek duyulmayacağı açıkça belirtilmiştir.

                        Söz konusu kanunun çok önemli hükümler içerdiğini, çok önemli kazanımlara sebep olduğunu, kadının elini güçlendirdiğini belirtmeliyiz ancak ne yazık ki, bu kanunun da kadına yönelik şiddeti ortadan kaldırmadığını belirtmeliyiz. Çünkü erkeğe yönelik verilen uzaklaştırma kararının herhangi bir denetim mekanizması söz konusu değildir. Yani kadını erkekten uzak tutacak herhangi bir mekanizma yoktur. Böyle olunca da söz konusu karar sonrası kadın daha savunmasız bir duruma düşmektedir. Ayrıca personel yetersizliği nedeni ile koruma müessesi de işletilememektedir. 

                        Yine Kadına yönelik şiddetle mücadele kapsamında "İstanbul Sözleşmesi" olarak bilinen "Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi" 2011 yılında çekincesiz imzalanıp yürürlüğe girmiştir. Söz konusu düzenlemelerin yapılması, kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetlerinin önlenmesinde yeter nitelikte değildir. Daha çok caydırıcı olması bakımından yeni yasal düzenlemelere ihtiyaç duyulduğu, ayrıca verilecek kararlarda denetim mekanizmalarının işletilmesinin gerekliliği açıktır.

                   Şunu unutmamak gerekir ki kadına yönelik şiddet, cinsiyet ayrımcılığına dayalı bir insan hakları ihlalidir.  Kadına yönelik şiddet; kadının yaşam  hakkının, güvenliğinin, onurunun, özgürlüğünün ve bedensel bütünlük hakkının sırf kadın olması nedeniyle ihlalidir. Mutlu kadın, mutlu aile; mutlu aile, mutlu toplum demektir. Şeyh Edebali’nin Osman Gazi’ye nasihatinde belirttiği gibi “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın”. Toplumun en önemli yapı taşını “İnsan”ı yetiştiren annelerimizin, kadınlarımızın hak ettikleri değeri görmesi ümidiyle sözlerimize Nazım Hikmet’in dizeleriyle son vermek istiyoruz:

Ve kadınlar
bizim kadınlarımız:
korkunç ve mübarek elleri
ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle
anamız, avradımız, yarimiz
ve sanki hiç yaşanmamış gibi ölen
ve soframızdaki yeri
öküzümüzden sonra gelen
ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız
ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki
ve kara sabana koşulan ve ağıllarda
ışıltısında yere saplı bıçakların
oynak, ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan
kadınlar,
bizim kadınlarımız…

                                                                       Saygılarımızla..

 

Av. Neşe YÜKSEL TARHAN

Bitlis Barosu İnsan Hakları Komisyonu Başkanı

 

 

 

Stj. Av. Dilan KANAT

Bitlis Barosu İnsan Hakları Komisyonu Başkan Yardımcısı

20.09.2024
AV. GÜLHAN BAYRAM SEKMEN
BARO BAŞKANI

© Web sitesi hizmeti Türkiye Barolar Birliği tarafından verilmektedir.